19 Mayıs 2010 Çarşamba

Hayal..



Her yaş grubu insan hayal kurar.Hayalin bir tanımı var mıdır diye çoğu kez düşündüm.İşin içinden de çıkamadım doğrusu.

Hayaller beklentileri mi doğurur?

Beklentiler mi hayale sürükler bizleri?

Hayal kurmalı mıdır insan? Uzmanların,psikologların,psikolojik destek veren birimlerin mutlaka cümlelerinde “hayal kurun” yaptırımı bulunmaktadır.Bunun amacı insanları pozitif düşünceyle buluşturmaksa, bence kişileri büyük bir kandırmaca denizinde yüzdürmekten başka bir şey değildir...

Kiminin hayali emekliliğinde saksafon çalmayı öğrenmektir.Kimi yetmiş yaşına geldiğinde dünya turuna çıkma hevesiyle hayal kurar,minik bir çocuk pembe panterle caddede dolaşmayı hayal ederken,lisedeki bir genç gelecekte ünlü bir basketbolcudur düşlerinde...

Ben bir iki yıldır hayal kurmanın bazı karakterlerde olumsuz etki yaratabileceğini düşünenlerdenim..Hayalin rengi yoktur..Pembe,toz pembe hayaller diye renklerle işi olmaz.Masum hayaller,şeytanca hayaller diye sınıflandırmak da anlamsızdır..Hayallerin kokusu da olmaz...

Ne vakit bir hayal kursam ,gerçekliğin zilleri beni uyandırır.

Hayallerin zaman kavramı yoktur.Tıpkı kalbinizin büyük bölümünü işgal eden; aklınızdan çıkaramadığınız,birlikte vakit geçirmek istediğiniz o altın değerindeki anları iple çektiğiniz,belki çok beğendiğiniz bir şahsın plansızlıkla yoğrulmuş halleri gibidir hayaller!

Hayaller planları hep reddeder..Sevilenin bencil korkaklığıdır.Sevgilinin bilinçsiz çelişkilerinin zehrini aciz bir tavırla,farkında olmadan , istemeden sevene akıtmış olmasıdır.Romantikliğinizi mantık rüzgarıyla dağıtmasıdır ...

Heyecan,umut dolu bekleyişlerinizin,spontone bir şekilde bozulup,beklemekle yetindiğiniz sinir dolu boş gecelere teslimiyetidir...Masada tek başına,daracık bir kabın içine otuturulmuş,alev alev yandığında ışık saçan,sohbet seslerine birkez bile tanık olmamış,yavaşça eriyip yok olan zavallı bir mumun an an tükenmesindedir hayaller!

Çalmayan telefon zilidir.Rastgele, bir anda çalan telefonun açıldığında,beklenenin olmadığını hissetiğiniz sırada sesinize yerleşen sert,buğulu ifadededir hayaller.

Bugünkü düşüncelerim hayal kavramını biraz karamsar yansıttı satırlara...Belki de yaşanılanlarla da doğru orantılıdır hayallerimiz...

Rahat bırakın kendinizi, kalbiniz karar versin hayal kurmaya ya da hayal kurmamaya...

MERVE UTANDI-19 MAYIS 2010
SAAT:23.06


9 Mayıs 2010 Pazar

Fernando Botero..





Fernando Botero Sergisinin İstanbul Pera Müzesi'ne geldiği ilk hafta dostum,büyüğüm Sanem Hocam ile birlikte sergiyi gezme kararını aldık.7 Mayıs Cuma gününü planladık.Baharın ılık rüzgarı yanaklarımızda şekerimsi bir pembelik bırakırken Taksim dolmuşuna bindik...

Neşeyle bindiğimiz dolmuşta; yine noktayı koyamadan sabırsızlıkla başka cümlelere geçtiğimiz sohbetlerimizden birini gerçekleştiriyorduk ki,İstanbul trafiğinin huysuzluğunu malesef kalbimizin ritminde hissettik.Şöförümüz şansımıza fazla cesurdu..Engebeli yolları,sert direksiyon çevirişleriyle,acı frenleriyle,yokuş aşağıya bir pilot edasıyla geçerken kendimizi yarı yolda yarış pistinde gibi hissettik...Yarım saati geçmişti adrenalinli yolculuğumuz.Ve nihayet Taksim'e varmıştık.Dolmuştan indiğimizde bir süre kendimize gelmekte zorlandık..Jet-lag olmadığımız için mutluyduk..

Heyecanla ve hızlı adımlarla Taksim'in kalabalığına karıştık.İkimizde tedirgindik.Çantalarımız kolumuzun altında adeta ezilmişti,yan kesiciler için önlem almıştık,gergindik ama itiraf edemiyorduk o anki hislerimizi...Adımlarımız bizi Pera Müzesi'ne getirdi.Gezmemiz gereken üç kat vardı.Asansörün kapısında bizi Botero'nun dev boyutlardaki tablolarından alınmış baskıları karşıladı.Şimdi ilk katı gezecektik.Bembeyaz duvarların üzerindeki tablolar öyle şirindi ki,yüzlerimizde tatlı bir gülümsemeyle başladık gezintimize..Kendimizce yorumlar yaptık,fotoğraf makinalarımız elimizde Botero'nun ruhunun eşliğinde ,renklerin büyüsüyle diğer katları da zevkle dolaştık.Sanki bir süreliğine kendimi,beynimdeki düşüncelerimi dışarıda bırakmıştım.Sihirli bir kapının anahtarının yardımıyla Botero'nun istediğim eserinin hikayesine giriş yapabiliyordum.

Ressammın yarattığı karakterlerin yüz ifadeleri görülmeye değerdi;her birinin suratlarındaki kızgınlık,boşvermişlik,sıkıntı,sinirlilik hali,mutluluk,durgunluk sizi gözbebeklerinizden vuruyordu.Şişman adamların ve kadınların yanı sıra diğer objelerde iriydi.Sanatçının espri gücü de gözden kaçmıyordu.

Ben çok keyif aldım.Bence öğrenciler de görmeli bu sergiyi diye düşünüyorum.Eserlere ilk baktığında aceleci davranıp,hemen bilgiçlikle eleştiriye başlayan "eline fırça alan her kişi bunları çizebilir,boyayabilir,sıradan resimler" cümlesini kuran şahıslar olabilir.Olacaktır da..Onlara birkaç önerim olacak; önce sergiyi sakin bir şekilde dolaşın!Saniyeler dakikayı tamamladığında Botero'yu anlayacaksınız...

Botero'nun bir sözü beni çok etkiledi,bakın ne diyor:

"Bir ressamın resim yapmasının tek nedeni kendi dünyasını yaratmaktır.gerçeklik zaten orada duruyor,onun resmini yapmanın bir gereği yok.buna paralel birşeyin,zihinsel bir gerçekliğin resmini yapmanız gerekir.şiir,müzik,edebiyat gibi sanatçının kafasında var olan ve insanların tadına varabileceği birşey.."

Sergi sonrasında Asmalımescit'te sohbetimize kaldığımız yerden devam ettik hocam ile..İçimiz aydınlanmıştı.Dinlenmiştik.Botero'nun renkleriyle yumuşamıştık adeta...Tünel'in serinliğiyle insan yağmuruna karıştık,Karaköy'den Kadiköy vapuruna bindik,martı sesleriyle günü noktalarız derken,güzel bir akşam yemeği planı yaptık...

Günü yakalamış,dolu dolu yaşamış ve keyifle tamamlamış olmanın mutluluğuyla evlerimize yol aldık...

Teşekkürler Fernando Botero!

Teşekkürler Sanem Hocam....

MERVE UTANDI-9 Mayıs 2010










6 Mayıs 2010 Perşembe

Merve Utandı'ya gelen bir mektup...

Bir bahar sabahı elimde kahvemle salona geçerken kapının önünde bir zarfa takıldı gözlerim.Benim adıma gelmişti.Heyecanla açarken zarfı parçaladım.Dayanamadım.Almanya'dan Muhsin Coşkun adında bir özel dinleyecimiz yollamıştı bu uzun mektubu,bir solukta okudum.Çoğu satırlarda gözyaşlarımı tutamadım...

Ne kadar içten,ne kadar yumuşak bir anlatımdı.Sanki karşımdaydı Muhsin amca,bu güzel cümleleri bizlere bakarak söylüyordu..Duygulanmamak imkansız..Ben ve ailem kendisine çok teşekkür ediyoruz.

Muhsin Amcacı'ğım;müziğimizin sıcaklığıyla hep şifa bulun.Sağlıkla kalın.İşte defalarca okuduğum samimi altı sayfalık mektubumu sizlerle paylaşıyorum..
Dilbigisi kurallarını unutalı 40 yılı geçti.Birde anlatacaklarım benim hayat hikayem gibi gelir.Bunların hepsinin müzikle ve Utandı ailesi ile ilgisi var.Lütfen sabırla oku ve beni hoşgör.

On yaşlarında idim.Sanat müziği ile Halk müziği arasında bir kalite farkı lduğunu anladım.Ağırlıklı olarak sanat müziği dinliyordum.

Üniversitede bir yer tutturamayınca 1969 da askere gittim.Şans buy a; 2 yıllık askerliğimi İstanbul’da yaptım.Bu vesile ile pekçok gazino ve konserde zamanın ünlü sanatçılarını dinledim.Birçok plak aldım.O zamanlar Münir Nureddin Selçuk için:
“Türk Müziğinin bütün eserlerini ona ona okutup;diğer sanatçılara da (Bu eser böyle icra edilir) demek gerekir” derlerdi.Bu doğruydu.

Fakat babanı tanıdıktan sonar bu sözün yüzde yüz Münip Utandı için geçerli olduğu kanısına vardım.Çünkü sesi ve icrası Münir Bey’den birkaç gömlek üstündü bence.

Askerden sonra Almanya’ya işçi olarak gittim.Plaklarımı da almıştım.İyi ki almışım.Radyo,televizyon,gazette,sosyal ve kültürel hiçbir etkinlik yoktu.Tam 1987 yılına kadar bu plakları dinledim.

Artık Türkçe gazette çıkıyordu 1987’de.Birgün gazete okurken “Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Şef Nevzat Atlığ”yönetiminde Almanya’da 5 konser verecek diye bir ilan okudum.Eşime de sorup gitmeye karar verdik.Fkat konserin olacağı ilk şehir 600 km idi.Olsun dedim ve konser günü Hamburg’dan arabayla hareket ettik.Konser salonunu buldum ve doğruca gişeye gittim.Kapalı idi.Orta büyüklükte bir salonda 30-35 kişi oturuyordu.Meğerse koro bunun iki katı imiş.

Yanlarına varıp biletleri nereden aldıklarını sordum.Adının Sermet Kutluğ olduğunu öğrendiğim biri:”Biz sanatçılarız”dedi.Hepsiyle tanıştım.Ama içlerinde Adnan Mungan,Ayla Büyükataman ve Meral Uğurlu’yu radyodan tanıyordum.

3-5 dakika sonar herkes toparlandı ve “Nevzat hoca” geliyor dediler.Yanında geniş omuzlu ve göğüslü,babyiğit,sportmen yapılı ve yakışıklı biri vardı.Samim Karaca”Nevzat Hoca ve koromuzun as solisti Münip Utandı” diye tanıttı yeni gelenleri.

Salona girip yerlerimizi aldık.Çok güzel sesli bir sunucu:”Koronun Abdülkadir meragalı ve Zekai Dede arasında kalan klasik dönemde eserler sunacağını söyledi.Koro birinci bölümü bitirdiğinde hayran kalmıştım.Allahım bunlar ne güzel eserler ve bun e gzel bir icra idi.Aynı sunucu “Mithat Özyılmazel”Münip Utandı’nın 3 klasik dönemdenbir de Cumhuriyet döneminden eserler okuyacağını söyledi.

Baban gayet kendinden emin ve sakin bir şekilde sahnede yerini aldı.İlk eserin yarısına gelmişti ki morartırcasına dudağımı ısırmışım.Damarlarımda birşeylerin zerk edildiğini sezdim.Dördüncü eser bitince bende bitmiştim.Mest oldum.Hayran kaldım.Allahım bun e güzel sesti böyle.Seçilen eserler ve icra dört dörtlüktü.

Serap ve Meral hanımlarda ikişer eser okudurlarçOnlarda harikaydı.Bence Meral hanım 20. yüzyılın en güzel bayan seslerinden biri idi.Koro aynı güzellikle ikinci bölümü tamamladı.Ben mest olmuştum.Müziğe henüz doymamıştım.Eşime kalan 4 konserin 3ünü daha dinleyelim dedim.O da aynı fikirde idi.İkinci konserin olacağı şehire gittik.Aynı zevkle konseri dinledik.3üncü konser Frankfurt’ta eski Opera binasında idi.Mozart salonunda konser dinliyordum.Salon muhteşemdi.Konserde daha muhteşem oldu.Köln’de Batı Alman Televizyonu stüdyolarında dinledim 4.konseri.Burası da çok güzel bir salondu.Nihayet müziğe doymuş bir şekilde evimize döndük.

Bir ay sonar Frankfurt’a taşındım.Kulağımda hep babanın sesi çınlıyordu.Koroyı aradım ve Münip Utandı’nı solist olarak çıkacağı konseri sordum.Uçağa binip İstanbul’a uçtuk.Artık ben bir MÜNİPKOLİK’tim.

Senede üç dört kez olmak üzere Frankfurt İstanbul arası gidiş geliş 1999’a kadar sürdü.

1999’da ağır bir beyin kanamsı geçirdim.Ytalak kaldım.2aylık tedavi sonucu eve geldim.Eşim çalışmak zorunda idi.Evde yalnız kalıyordum.Beyin kanamsı,felç ve yalnızlık beni şiddetli bir depresyona sürükledi.Çıldıracaktım Sevgili Merve.
Tedaviler sonuç vermeyince kendimi müziğe verdim.Koronun plaklarını ve babanın CDlerini dinledim aralıksız.Altı ay sonra depresyon illetinden kurtuldum.İkibin üç yılında da felç illetini yendim.Doktorlarım uçakla Türkiye’ye gidebileceğimi söylediler.Yaptığım ilk iş koroyu aramak oldu yine.İki ay İstanbul’da konserlere gittim.

Babanın sesi bir ruh hastasını tedavi etmişti Sevgili Merve.İşte senin baban buydu.Canlı örnek de ben.2003’ten 2010’ a kadar yine Frankfurt İstanbul arası uçuşlar devam etti.

2007 yılı idi.İskenderun’da tatil yapıyordum.Televizyondaki sunucu:”Utandı ailesinin üç sanatçısından eserler dinleyeceksiniz” dedi.Önce baban ve annen çıktı sahneye.Sunucu: “Şimdi alkışlarınız Merve Utandı için” dedi.

Hanım hanım,gencecik bir kız çıktı karşıma.Bu aile üçlüsü beni öyle duygulandır dı ki dolu dolu oldu gözlerim.Bırakıverdim kendimi.Rahatlamıştım.Sizleri zevkle dinledim.

2010 yılında baban Ankara Radyosun’da Merve ile canlı yayın konserimiz var deyince Tarsus’taki tatilimi yarıda kesip Ankara’ya uçtum.Şimdi bana 4-5 metre uzakta idin.Karşımda hanım hanım,zarif yapılı bir esmer güzeli vardı;gencecik.Hani bana “esmer güzeline örnek göster” deseler inan göstereceğim ilk örnek sen olurdun Sevgili Merve.

Sahnedeki duruşun ve kendine güvenin aynı baban gibiydi.Seçtiğin eserler çok güzeldi.Aynı güzellikte o güzel sesinle icra ettin.Merve de bir sanatçı için gerekli bütün özellikler var.Bir de Utandı ailesinden kendilerini kanıtlamış iki hocası var diye düşündüm.

Hani derler ya “helva yapmak için bütün malzeme hazır”Helvayı yapmak da Merve’ye düşüyor diyordum ki Faruk Bey sana soru yöneltti canlı yayında.Yanılmıyorsam Öğretmen olduğunu ve 2003 yılında bir müzik yarışmasında birincilik aldığını söyledin.

Kendi kendime:“Merve helvayı yapalı yıllar olmuş”dedim.Zaten bunu kanıtlamıştın.İstanbulda’da aynı güzellikte eserleri icra ettin.Kendini tam manası ile ispat ettin.

Sevgili Merve Ankara’da bir,İstanbul’da da bir lokma helvadan benim payıma düştü. Geçen yıllar içerisinde helva öyle kıvamını bulmuştu ki tadına doyamadım.İşte kızım sen busun Sevgili Merve,Utandı Ailesinin genlerini taşıyorsun.Daha da başarılı olacaksın.Buna ben inanıyorum.

Önümüzdeki 4-5 ay içerisinde konserin olur da haber verirsen severek gelirim.Unutma sen Utandı ailesinin kızısın ve onların genlerini taşıyorsun.

Zeytin karası gözlerinden bir baba şefkati ile öper,sağlıklı,mutlu,başarılı yıllar ve uzun bir ömür dilerim kızım.

Saygıdeğer anne ve babana saygı,sevgi ve hürmetlerimi sunarım. "

Muhsin Çoşkun