28 Haziran 2010 Pazartesi

Zaman, Kalbin Gözü ve Sesi......


Bir insanı tanımanın en iyi yolu gözünüze tecrübe gözlüğünüzü takdıktan sonra, buğulanan kısımları hafifçe silmenizle başlar.Yepyeni bir sayfaya tek tek notlar almak gibidir bu süreç.Bazen ister istemez sert rüzgarlar dikkatinizi dağıtabilir,dış etkenler tanımanız gereken kişiyi size farklı yansıtabilir.Siz yine de gözlüklerinizin yardımıyla yürümeye devam etmelisiniz.Bir gerçeği atlamamanızı öneririm.

"Kalbinizin gözü hep açıktır".O göz uyku bilmez, o göz yorulmaz,o göz kimsenin etkisinde kalmaz.O göz kişiyi tanıma çabasındaki diğer meraklı kişiyi doğruya ulaştırır!

"Kalbinizin sesi hep sizle sohbet eder".Doğruları,yanlışları size olur olmaz zamanlarda fısıldar,kalbinizin sesi sizin en sadık dostunuzdur.Onu dinlediğinizde hata yapma olasılığınızda azalır.

Peki insanları tanıma yolunda ilerlerken; farklı yansıtılışların kaynağı nedir?Neden bazıları olduğundan başka biri gibi gösterirler tanıyacağınız şahsı.Tam güven duyma aşamasındayken size öyle bir senaryo hazırlarlarki ister istemez onlara bir çocuk gibi kanarsınız.Yeni tanıyacağınız kişi bir anda gözünüzden düşer,daha siz araştırmanın başındayken dosttunuz sandığınız yakınlarınız kafanızın karışmasına sebebiyet verirler.Onlara inanırsınız.Eliniz mahkumdur.Sizi bir uçurtma gibi istedikleri yöne savururlar.Aslında beyninizin bir bölümünde soru işaretleri dans edip dursa da susarak,kabullenmeyi çaresiz kabullenmeyi öğrenirsiniz.

Nedir bu cahil dış etkenler?Nedendir bu aşamada size çelme takma çabaları?

Nedir bu sert rüzgarların aniden esiş nedeni?

Belki de kimi zaman kıskançlıktır,kimi zaman sebepsiz hırslara bürünmektir yada bencillik balonuna binerek; dünyayı turlayan zavallı kişilerin kendinden başkasının ortaya koyduğu güzellikleri yok etme çabası değil midir? Hayatımızın birçok döneminde bu kişilerle karşılaşmışızdır.

İnsanlar kısır hikayeler yazarlar.Kendilerince bu hikayeye baş karakterlerini oturttururlar,oluşturdukları anlamsız metne baş karakterlerinin bazı halleri uymayınca da bu şahısların akıllarındaki karakterler ortaya çıkar ve kendi ruhlarını yansıtmaya başlarlar.Tek tek sivri,yalan dolu dilleriyle hikayeyi işlerler. Baş karakterlerine sürekli dedikodu yumağındaki asılsız replikleri pay ederler.Hikaye daldan dala savrulurken,bütünlük kaybolur...Sizin tanımaya çalıştığınız kişi,tüm olanlardan habersiz yaşamına devam eder.Hiçbir şeyin farkında değildir.İyiki de farkında değildir,çünkü bu amatör senaristlerin yarattıkları hayal kahramanı gerçeğinden tamamıyla kopmuş,bambaşka bir ruha bürünmüştür.

Tamamıyla onların hayal ürünü olan bu karakterler aslında onların kendilerinin birer yansımasıdır.

Komik iftiralarda da bulunurlar,bir sürü saçma sapan ithamlarda da bulunurlar.

Geliştirdikçe geliştirirler hikayelerini.Hamur işinde usta bir aşçı gibi hamurları top top parçalara ayırır;unlarlar,ince bir oklavayla açmaya başlarlar.Uzarda uzar malzemeler.Bozulacak hale gelecekken birden devreye ADİL ZAMAN girer.

Ama adil zaman bir silgi gibidir.O zavallı metinleri bir bakmışsınız ki onlara danışmadan silmiştir.Kendi kabuklarında hayat bulmaya çalışırlar,donakalırlar,şoktadırlar.Amatörlükleri,yalanları tek tek silinir..

Zaman en iyi silahtır cahilliği yok eden. İyiden yanadır.Haksızlığı,kötülüğü siler.Sizi bir anda kabusun ortasında mücedele halindeyken bulur,çeker ve kurtarır.

Siz de bu basit hikayeyi okumaya koyulmuş,bitirmenize sayfalar kala ZAMAN gelir ve tüm büyüsüyle önünüzde okunmak üzere bekleyen cahil cümleleri tek tek yok eder.Ve siz gözlerine inanamazsınız bir süre....

"Zaman" sizin en büyük kurtarıcınızdır.Felaketten de kurtarır,dost da kazandırır,kalbinizin sesiyle,kalbinizin gözüyle ruhunuz duymadan iş birliği yapandır.Basit bir hikayeyi yazmaya çalışan yazarlara da teşekkür ettirir zaman.Yufka yüreklidir,gönlü geniştir..:=)))))

MERVE UTANDI-29.06.2010
GÖZTEPE-İSTANBUL

26 Haziran 2010 Cumartesi

Suskunlar



Kadıköy’de buluşmuştuk.Sisli, karanlık bir Pazar öğlenini yaşıyorduk...

Ona en yakın yeri seçmiştik buluşmak için..Fazla vakti yoktu, onu başka mekanlara götürmeyi arzulayan ben Kadiköy’de bir cafede oturup; bir- iki saatlik sohbetle yetinmeliydim.Az bir vakti vardı ve bu kısıtlı zamanında da benimle görüşmek istemişti.

"Ben capicino,ice tea içmem, Türk kahvesi alayım" derken ben onun daha önce hiç tatmadığı bir lezzeti içmekte kararlıydım ve latte siparişini verdim görevliye..

Bordo kadife koltuklar oldukça rahattı rahat olmasına da ben minderin bir ucundan diğer ucuna farkında olmadan kaymakla meşguldum.

Acı kahvelerimizi yudumlarken başlamıştı ortak dilimiz müziğin sohbeti.Onun ışıltılı güven veren bakışlarının ışığıyla ısınmıştı yüreğim..

Sözlerimiz aydınlıktı,karanlık uykulu Kadiköy sokaklarına inat.

Kahvenin dostu sigarasına eli gitse de ben içmiyorum ,kokudan rahatsız olurum diye içmedi,tüm ısrarlarım havada asılı kaldı.
Son derece düşünceli bir kişiydi.Canlı sohbetimizde müziği dinlendirip; konumuzu kitapların dünyasına taşıdık.

Ben onun en son okuduğu kitabı öğrenirim derken,sorduğum soru beni bambaşka bir sürprize götürdü.

Sürpriz asil bir sürprizdi gerçekten de..

“Sölemem ne okuduğumu, hatta o kitabı sana alacağız” cümlelerini duydum en son...Zarif bir insandı.Yavaşça ayrıldık kahve içtiğimiz mekandan.Kısa bir yürüyüş sonrasında kitapçıların birinde soluğu aldık..

Hem utanmıştım,hem de onun bu ince düşüncesi karşısında şaşkındım.Elime paketi verdiğinde heyecanlandım.Bir an önce eve varıp okumalıydım onun zevkle okuduğu satırlardan oluşan kalın eflatun renkteki bu kitabı...

Kitabın yazarı; onun üniversiteden tanıdığı ve sevdiği bir hocaydı.O zaman nereden bilebilirdim ki bu güzel kitabın yazarının da çok sevdiğim dostum,müzik öğretmeni Sanem hocamın abisinin yakın arkadaşı olduğunu ve yıllar önce İzmir’deki evlerine misafir geldiğini.Çok sonra öğrendiğim bu tesadüf beni bir kez daha şaşırttı.Sanem Hocam ile aramızda değişik bir bağ olduğunu birkez daha anlamıştım.

Vapur İskelesi’ne vardığımızda vedalaşmanın hüznüne yenilmeden,onun dudaklarından dökülen “Yolcu yolunda gerek” sözüyle duygusallıktan sıyrılmıştık...

Kitabı okumak,romanın büyülü sayfalarında molasız yolculuklara çıkmak istiyordum.Belki bir çırpıda okuyacaktım,onun takıldığı satırları..

Bazen de bir sayfayı bir saatte bitirecektim belki de.En güzel olanı da beynimiz aynı kurgunun ziyaretçisiydi..

Kıymetli bu eflatun kitap benim için çok özel bir hediyeydi.

Kitap Adı: “SUSKUNLAR”
Yazarı:İHSAN OKTAY ANAR.
Yayın Evi: İletişim Yayınları.

Kitabı bitirmem uzun bir zaman aldı.Okuyuculara tavsiye ediyorum...

“Suskunlar” kitabı ,yazarının da dile getirdiği gibi eflatun hayaller kuran bir “suskunun” sözlerinden ibaretti.

İhsan Oktay Anar:"Roman bittiğinde aynaya bakmak,yansıyan aksinizde gerçeği görmek,gördüğünüzü işitmek ve duyduklarınızla sağırlaşıp susmak isteyeceksiniz.Sayfalar tükenip bittiğinde,kimbilir,belki de “suskunlardan” biri olacaksınız",der.Yazar bu düşüncelerdeyken kimbilir ben neredeydim?

Roman sona erdi.Ben de aynaya baktım.Gerçeği gördüm.

Gerçek belki de onun yaşadığı şehirle ,benim bulunduğum iki şehrin birbirine uzaklığında saklıydı.

Kalbim mesafeleri çocuksu saflığıyla engel olarak görmedi hiçbir zaman.Sadece uzaklığı gördü.

Ve kitabı hediye edenin zihninden geçenleri işitti.

O da eflatun kitabı bitirdiğinde aynaya baktı.O da gerçeği gördü. Ama mantığına kulak verdi,kalbini dinlemedi.
Ve sustu.
Ben de sustum.

Şimdi ikimizde çoktan,farkında olmadan İhsan Oktay Anar’ın romanındaki “Suskunlar" olmuştuk.

MERVE UTANDI-26.06.2010/GÖZTEPE