28 Ağustos 2010 Cumartesi

BİLDİĞİM ŞEHİR




Bilmediğim şehirler büyük gelir bana!
Kıvrılırken köşe bucak yollarda ; mutlaka mavi bir deniz ararım..
Hayal meyal sen görünürsün!
O vakit güneşi görsem de olur görmesem de!
Bilmediğim şehirler büyük gelir bana,
Burnumda lodos rüzgarlarıyla coşan saf yosun kokusu..
Kulağımda şen kalabalıklığın çılgın uğultusu..
İstanbul mehtabı karşımızda!
Vuslatın sevinciyle seyirdeyiz enfes parlak ışığını..
Ne sen ne de ben engel olamıyoruz deli sabırsız zamana...
Akrep de yelkovan da bize nispet; vedadan yana..
Bildiğim şehirdeyim ne de olsa!
Doğduğumdan beri doya sıya yosun kokusunu teneffüs ettiğim;
En küçük tepesinden mavi denizimi özgürce görebildiğim,kalabalık koca sesli şehirdeyim.
İstanbul heyecanlı,bir o kadar da neşeli..
Bu bildiğim şehirde hiç bu kadar parlak görünmemişti yıldızlar gözüme..
Ay dolunayda,dolunay tüm cömertliğiyle seni,beni,şehrimi aydınlatma telaşında;
İstanbul özlem duyduğu bir Ağustos gecesinin sarhoşluğuyla sabaha devredecekken sihirli karanlığını..
Uğurlamak istemiyor misafirini,
Çaresizce yaşlı gözlerini siliyor,
Umutlu bekleyişlerle avunuyor koca şehirde yalnız başına,derin bir hüznün girdabında...


MERVE UTANDI-AĞUSTOS 2010/GÖZTEPE

16 Ağustos 2010 Pazartesi


ALTINOLUK

Yanar döner zeytin ağaçları , Kaz dağı!


Küçüklüğümde kış mevsimi çok zor geçerdi benim için.Yaz gelsin isterdim.Yüzmeyi çok seven ve saatlerce bir yunus balığı gibi şeffaf mavi denizde dalışlar yapan sabırsız küçük kız çocuğu ben;okulların tatile girmesiyle o zamanlar son derece sakin bir belde olan Altınoluk’a yaz tatili geçirmek amacıyla giderdim.

Fazla uzun sürmeyen sadece iki kısa molalı bir seyahatten sonra gölgelik zeytin ağaçlarının arasından beldeye giriş yapan arabamız hararetini Kaz dağlarının oksijeniyle söndürüverirdi şaşkın.

Ne İstanbul’un gürültüsünü,ne karmaşık trafiğini,ne is kokusunu,ne sokakta birikmiş çöp kokularını ,ne de anlamsız bir kalabalıkla sizi köşelere sıkıştıran insan bulutunu göremezdiniz.

Ruhunuz derin bir sessizliğin huzuruyla yenilenirdi.Ben en çok zeytin dallarının grimsi yeşilini,güneşte yanar döner bir hal alan tozlu yapraklarını izlemeyi severdim.Kaldığımız minik tek odalı çatı katının manzarasına gece doyum olmazdı.Terasın ortasındaki küçük mindersiz salıncağa uzanır,saatlerce meteor yağmutlarını seyreder,her yıldız kayışında da bir dilek tutardım.Bu dilekler o dönemler benim için son derece mühimdi.”Lütfen ilkokul ikinci sınıf zor olmasın,karnem hepsi pekiyi gelsin,matematik zor olmasın”gibi saf dileklerdi..

Bazı geceler evimizin önündeki tarihi taş evlerin damlarındaki irili ufaklı koyu turuncu kiremitleri en ufak detayına kadar gecenin karanlığında görme şansım olurdu.Çünkü mehtab dolunayken bir florasan etkisiyle her objeyi cömertçe aydınlatıverirdi.Bizde buna tanık olmaktan çok mutluyduk.Damda uyuyan kara kediyi görebilmek bile bir lükstü.

Yattığım sedirden yakamozları ışıl ışıl seyredalan ben,bazı geceler sırf bu ışık yoğunluğunu yakından izlemek amacıyla üşenmeden denize girerdim.Gündüzden belirlediğim ve göz hafızama yerleştirdiğim yosun kümelerine çarpmadan ustalıkla denizin kumlu bölgelerine ulaşırdım.Çok çok keyifliydi.

Engebeli paket taşlı sakin sokaklar asfaltın simsiyah yapışkanlığı ile tanışmamıştı.Terliğimde bir tek siyah iz yokken; zeytin yağı fabrikalarından gelen değişik bir kokuyla ciğerlerim dolu yürümeye alışmış bir halde ,soluğu ö dönemlerin tek dondurmacısı olan Neco abinin küçük dükkanı Vardar’da alırdık.Kimi zaman küçücük daire kağıt helvanın arasına karadutlu,limonlu toplar,bazende çıtır külahın hacminin de üstünde rengarenk lezzetleri deneme amacıyla dondurma toplarını abartarak koydurur afiyetle yerdim.

Altınoluk’un meydanında asırlık dev gövdeli çınar ağacının koruyucu gölgesine kurulmuş tuzsuz ay çekirdeği çıtlattığımız ufak çay bahçesinde içtiğim koruk suyunun ferahlatıcı etkisini unutamam.

Unutamam!

Tarih : Temmuz 2010

Kısa iki molalı araba seyahatimiz Altınoluk’a hoşgeldiniz yazısıyla son buluyor.”Çok şükür bu yaz da geldik” cümlesini kuramadan yoğun trafikle karşı karşıya geliyoruz.Sağ tarafta gözüme bir elinde çocuğunu tutmuş çantası yüklü bir annenin ,diğer elinde bir metal şemsiye sopasıyla sanki arabamızın camını kıracakmış gibi karşıdan karşıya geçmek için bekleyişi çarpıyor.Yüzünde bezgin,işe gitmekten bunalmış,rutin görevlerin yüküyle ezilmiş ,denize asla gitmek istemeyen ama gitmek zorunda olan sıkılmış bir ifade var.Üstünde durmuyorum gördüğüm karenin ,”belkide sıcaktandır bu acıklı hal” diyorum.Yanyana sırayla dizilmiş görmekten bıktığım marketler zinciri burada da karşıma çıkıyor.Bu küçücük beldenin ne ihtiyacı olabilir ki bu büyük marketlere diye bir an düşünürken ,önünde park yeri arayan ve bulamayan ,araba kuyruklarını görünce dehşete kapılıyorum.Alışkın olduğum,duymadığım zaman şaşırdığım korna seslerini kulağım burada da duyuyor.

Nihayet evimizin yolundayız diyorum,bir de bakıyorum ki kel bir alana yığılı öbek öbek toprak yığınları bizi karşılıyor.Turuncu bir toz bulutunun arasından evimize ulaşıyoruz.Büyük bir hayal kırıklığı ile sarsılıyorum.Zihnimden sorular geçiyor bir bir. “Biz denize nereden gideceğiz?”, “Bu yolları hergün nasıl aşacağız”, “bu yolda hergün acaba kaç defa kaza oluyordur?”,“Midilli Adasının romantik manzarasında yemek yerken gözlerimiz bu görüntü kirliliğini nasıl görmeyecek?”Sorulardan bir an için uzaklaşıp;kendimi arka balkonumuzun sakin manzarasına atıyorum birazcık avunabilmek adına.Odamın önündeki zavallı zeytin ağacım duruyor.Mandalina ağacı az sulanmasına rağmen meyve vermiş.Yapay bir beyazlıkla kendime geliyorum.Ağaçların arkası beyaz,pembe binalarla çevrilmiş.Bir evin bahçesinde şaha kalkmış bir at heykeli bana gülümsüyor.Aslında ben şaşkınlığımdan ötürü değişik bir yüz ifadesine bürünüyorum.Zavallı zeytinin hemen yanında spor aletleri duruyor.Belediyenin acaba yetişkinlere mi ,çocuklara mı armağan ettiği bu spor aletlerini ilk gördüğümde ,nereden çıktı bu modernleşme diye düşünürken,büyüyememiş ,çocuk kalmış yetişkinlerimize armağanı olduğunu anlıyorum.Gıcır gıcır bir sesle bu düşüncem netliğe kavuşuyor.Kendini sportmen sanan bir amca kollarını güçlendireceği aletin başında çözemediğim çevik haraketler yapıyor.Sırtı kaşınmış çaresiz bir kişinin sırtını kaşıttığı muhteşem bir makineye dönüşüyor alet.Sırtının kaşınan noktaları kaşındıkça mutlu olan amca,yaptığı görülmedik haraketleri hızlandırıyor,hızlandırdıkçada gıcır gıcır seslerle doyumsuz bir melodi kulağımıza nakşoluyor.Şanslımıyız?Şanssızmıyız? Şok olmuş ben herşeye rağmen pozitif olmaya çalışarak;bavulumu boşaltıyorum.Çok eşya getirmişim diye her seneki rutin cümlelerimi kurarak odama yerleşiyorum.Uzun bir temizlik sürecinden sonra kendimizi yemekle ödüllendiren biz;ön balkonumuza yemek masasını kuruyoruz.Midilli Adası tahmin ettiğim gibi görünmüyor,hem toprak yığınları,hem sıcak hava buna etken.Ani bir acıyla kendime geliyorum.Bu acı biber gibi yakıyor tenimi,hemen arkasından tatlı bir kaşıntıyla kendini gösteriyor.Bir bakıyorum kolumda sivrisinek.Ayağa kalkıyorum,kolumu yıkıyorum.Tam yeniden yemeğime konsantre olacakken ;acı yağmurunun ardı arkası kesilmiyor.Aman Allahım,hiçbirşey fayda etmiyor,sivrisinekler bizim gelmemizden son derece mutsuzlar.Tükenmeyen gruplarıyla bize savaş açıyorlar.Tenimizde sokmadıkları bir alan kalmıyor.Sıcağa rağmen salona geçiyoruz,üç dört kanallı televizyonumuzdan heberleri izlemeye çalışacakken;izleyeceğimiz yayın yabancı kanalların yayınlarıyla karışıyor.

Uyuyoruz.Sabahın ilk ışıklarıyla elimde bir havlu plaja koşuyorum.Deniz tüm bu olumsuzlukları siler düşüncesiyle dip akıntılarının biran durmadığı suya atlıyorum.Su sıcak geliyor,dip akıntısı yok.Sıcaklar denizi de etkilemiş,nasıl olsa bir iki güne kadar eskiye döner cümlesini mırıldanırken,gördüğüm ilginçliklerin sonu gelmiyor.Plajda adım atacak yer yok.Plajdamıyım,sokaktamıyım çözemiyorum.Belindeki lastik simiti olmasa,bir çay salonuna gidiyormuş görüntüsünde giyimli süslü teyzeleri denize girerlerken görüyorum.Beyleri ve çocukları plaj modundalar,ama hanımların sadece yüzlerini görebiliyorsunuz.Benekli taytları,muşamba etekleri,fosforlu göz alan eşortmanlarıyla garip bir modayla karşınıza çıkıyorlar.Gölgede uzun sakallı bir dede karşıma çıkıyor.Bu heybetli dede kıştan kalma siyah paltosundan bir türlü kopamamış,denize girdiğinde uzun sakalları birbirine dolanmış,kumlara suları süzülürken sakince büyük rahatlıkla sakallarını tarıyor.
Söz bulamıyorum söyleyecek.Dilim bir süreliğine kitleniyor.

Tüm bu sıkıntılar yetmiyormuş gibi yeşile düşman bir komşu dünürünün balkonunu göremediği için söğüt ağacının genç dallarını vahşice kesiyor.

Ruhumu yıllar öncesinde dinginleştiren derin sessizliği bulamıyorum.


Kaz Dağlarından esen oksijen dolu rüzgarlarımı düzensiz beton yığınları kesiyor.Nefes alamıyorum...

Meteor yağmurlarını izlememe fırsatı verilmiyor ki bana..Ben yıldızlar kaydığında dilekler tutatayım.Tam bir yıldızı yakalarken gözlerim; çaresizce vazgeçiyorum.Bu vazgeçişe sebep hep o anlamsız discoların son modası ışık oyunları.Nitelendiremediğim,keskin ,gökyüzünü taciz eden lazer ışığıyla geçici kör oldum hissine kapılıyorum.

Dolunayda mehtabın ışığı damları aydınlatmıyor,zeytin yapraklarının yanar döner hallerini göreceğime karşımzdaki evin bahçesindeki gülümseyen şaha kalmış atın heykelini görüyorum.Nerede damdaki yaramaz karakedi diyemeden,kolumdaki sivrisineği yakalamanın telaşına düşüyorum.

Midilli Adası’nın süliyetini görme çabalarım toprak yığınlarının engeliyle yok oluyor.


Denizin dip akıntılarından vazgeçtim,modern bir kumsalı görmeye hasret Altınoluk tatilimi hayal kırıklığı ile bitiriyorum..



MERVE UTANDI
ALTINOLUK-10 AĞUSTOS 2010

4 Ağustos 2010 Çarşamba

ramazanda jazz-münip utandı konseri

RAMAZANDA JAZZ MÜNİP UTANDI KONSERİ

20 ağustos 2010
MÜNİP UTANDI KONSERİ
yer:istanbul arkeloji müzesi
saat:21.00
vokal:MERVE UTANDI


Hakan Erdoğan Productions’ın Ramazan ayı vesilesiyle bu yıl ilk kez gerçekleştirdiği “Ramazanda Caz”, Müslüman caz sanatçılarının en büyüklerini ağırlıyor.

“Ramazanda Caz”; Topkapı Sarayı’nın I. Avlusu’nun büyülü atmosferinde ve İstanbul’un en çok sevilen açıkhava mekanlarından Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde düzenlenecek sekiz konserden oluşuyor. Festival, dünyaca ünlü Müslüman caz sanatçıları Ahmad Jamal, Anouar Brahem, Abdullah Ibrahim ve Dhafer Youssef’i ağırlayacak. Etkinlikte Türkiye’den de sevilen cazcılar İlhan Erşahin ve Aydın Esen sahneye çıkacak. Esen festivalde, Ramazan temalı ‘Aydın Esen Plays for Ramadan’ başlıklı özel programını seslendirecek. İstanbullu cazseverlerin gayet iyi tanıdıkları bu sanatçılar, bu kez genış katılımlı konserlerle, her kesimden izleyiciye ve belki de geleceğin cazseverlerine seslenecekler.

Festival kapsamında cazın yanı sıra Dede Efendi de yer alıyor. Günümüzün en iyi eski Türk Müziği yorumcularından Münip Utandı’nın Dede Efendi Ensemble ile Arkeoloji Müzesinde vereceği konser, klasik Türk musikisi meraklıları için az bulunur bir fırsat olacak.

Festivalin son konserindeyse Kudsi Erguner ve topluluğu sahneye çıkacak. ‘Islam Blues’ başlıklı bu konser, farklı müzik formları arasında çalışan sanatçıların dünya kültürüne katkılarını ortaya koymayı hedefleyen “Ramazanda Caz”ın son konseri olacak.

2010 Ajansı’nın desteğiyle, ‘Ramazan İSTANBUL’ etkinlikleri çerçevesinde başlattığımız “Ramazanda Caz” ile Ramazan’ın ve müziğin tadını çıkaralım.

Festivalin her konserinde dileyenler için ücretli catering servisi iftar saatinde başlayacaktır.

“Ramazanda Caz' etkinliğinin biletleri Biletix gişelerinden ve konser öncesi kapıdan temin edilebilir.

“RAMAZANDA CAZ” KONSER PROGRAMI:
14 Agustos Cumartesi : Anouar Brahem Quartet / Arkeoloji Müzesi 17 Ağustos Salı : Ahmad Jamal Quartet / Topkapı Sarayı 18 Ağustos Çarşamba : Dhafer Youssef Quartet / Arkeoloji Müzesi 20 Ağustos Cuma : Dede Efendi Ensemble – Münip Utandı / Arkeoloji Müzesi 21 Ağustos Cumartesi : İlhan Erşahin’s Istanbul Sessions / Arkeoloji Müzesi 24 Ağustos Salı: Abdullah Ibrahim Trio / Topkapı Sarayı 26 Ağustos Perşembe: Aydın Esen Group / Arkeoloji Müzesi (Aydın Esen Plays For Ramadan) 31 Ağustos Salı: Kudsi Erguner Ensemble – “Islam Blues” / Topkapı Sarayı

Tüm konserler saat 21:00’de başlayacak.