ALTINOLUK
Yanar döner zeytin ağaçları , Kaz dağı!
Yanar döner zeytin ağaçları , Kaz dağı!
Küçüklüğümde kış mevsimi çok zor geçerdi benim için.Yaz gelsin isterdim.Yüzmeyi çok seven ve saatlerce bir yunus balığı gibi şeffaf mavi denizde dalışlar yapan sabırsız küçük kız çocuğu ben;okulların tatile girmesiyle o zamanlar son derece sakin bir belde olan Altınoluk’a yaz tatili geçirmek amacıyla giderdim.
Fazla uzun sürmeyen sadece iki kısa molalı bir seyahatten sonra gölgelik zeytin ağaçlarının arasından beldeye giriş yapan arabamız hararetini Kaz dağlarının oksijeniyle söndürüverirdi şaşkın.
Ne İstanbul’un gürültüsünü,ne karmaşık trafiğini,ne is kokusunu,ne sokakta birikmiş çöp kokularını ,ne de anlamsız bir kalabalıkla sizi köşelere sıkıştıran insan bulutunu göremezdiniz.
Ruhunuz derin bir sessizliğin huzuruyla yenilenirdi.Ben en çok zeytin dallarının grimsi yeşilini,güneşte yanar döner bir hal alan tozlu yapraklarını izlemeyi severdim.Kaldığımız minik tek odalı çatı katının manzarasına gece doyum olmazdı.Terasın ortasındaki küçük mindersiz salıncağa uzanır,saatlerce meteor yağmutlarını seyreder,her yıldız kayışında da bir dilek tutardım.Bu dilekler o dönemler benim için son derece mühimdi.”Lütfen ilkokul ikinci sınıf zor olmasın,karnem hepsi pekiyi gelsin,matematik zor olmasın”gibi saf dileklerdi..
Bazı geceler evimizin önündeki tarihi taş evlerin damlarındaki irili ufaklı koyu turuncu kiremitleri en ufak detayına kadar gecenin karanlığında görme şansım olurdu.Çünkü mehtab dolunayken bir florasan etkisiyle her objeyi cömertçe aydınlatıverirdi.Bizde buna tanık olmaktan çok mutluyduk.Damda uyuyan kara kediyi görebilmek bile bir lükstü.
Yattığım sedirden yakamozları ışıl ışıl seyredalan ben,bazı geceler sırf bu ışık yoğunluğunu yakından izlemek amacıyla üşenmeden denize girerdim.Gündüzden belirlediğim ve göz hafızama yerleştirdiğim yosun kümelerine çarpmadan ustalıkla denizin kumlu bölgelerine ulaşırdım.Çok çok keyifliydi.
Engebeli paket taşlı sakin sokaklar asfaltın simsiyah yapışkanlığı ile tanışmamıştı.Terliğimde bir tek siyah iz yokken; zeytin yağı fabrikalarından gelen değişik bir kokuyla ciğerlerim dolu yürümeye alışmış bir halde ,soluğu ö dönemlerin tek dondurmacısı olan Neco abinin küçük dükkanı Vardar’da alırdık.Kimi zaman küçücük daire kağıt helvanın arasına karadutlu,limonlu toplar,bazende çıtır külahın hacminin de üstünde rengarenk lezzetleri deneme amacıyla dondurma toplarını abartarak koydurur afiyetle yerdim.
Altınoluk’un meydanında asırlık dev gövdeli çınar ağacının koruyucu gölgesine kurulmuş tuzsuz ay çekirdeği çıtlattığımız ufak çay bahçesinde içtiğim koruk suyunun ferahlatıcı etkisini unutamam.
Unutamam!
Tarih : Temmuz 2010
Kısa iki molalı araba seyahatimiz Altınoluk’a hoşgeldiniz yazısıyla son buluyor.”Çok şükür bu yaz da geldik” cümlesini kuramadan yoğun trafikle karşı karşıya geliyoruz.Sağ tarafta gözüme bir elinde çocuğunu tutmuş çantası yüklü bir annenin ,diğer elinde bir metal şemsiye sopasıyla sanki arabamızın camını kıracakmış gibi karşıdan karşıya geçmek için bekleyişi çarpıyor.Yüzünde bezgin,işe gitmekten bunalmış,rutin görevlerin yüküyle ezilmiş ,denize asla gitmek istemeyen ama gitmek zorunda olan sıkılmış bir ifade var.Üstünde durmuyorum gördüğüm karenin ,”belkide sıcaktandır bu acıklı hal” diyorum.Yanyana sırayla dizilmiş görmekten bıktığım marketler zinciri burada da karşıma çıkıyor.Bu küçücük beldenin ne ihtiyacı olabilir ki bu büyük marketlere diye bir an düşünürken ,önünde park yeri arayan ve bulamayan ,araba kuyruklarını görünce dehşete kapılıyorum.Alışkın olduğum,duymadığım zaman şaşırdığım korna seslerini kulağım burada da duyuyor.
Nihayet evimizin yolundayız diyorum,bir de bakıyorum ki kel bir alana yığılı öbek öbek toprak yığınları bizi karşılıyor.Turuncu bir toz bulutunun arasından evimize ulaşıyoruz.Büyük bir hayal kırıklığı ile sarsılıyorum.Zihnimden sorular geçiyor bir bir. “Biz denize nereden gideceğiz?”, “Bu yolları hergün nasıl aşacağız”, “bu yolda hergün acaba kaç defa kaza oluyordur?”,“Midilli Adasının romantik manzarasında yemek yerken gözlerimiz bu görüntü kirliliğini nasıl görmeyecek?”Sorulardan bir an için uzaklaşıp;kendimi arka balkonumuzun sakin manzarasına atıyorum birazcık avunabilmek adına.Odamın önündeki zavallı zeytin ağacım duruyor.Mandalina ağacı az sulanmasına rağmen meyve vermiş.Yapay bir beyazlıkla kendime geliyorum.Ağaçların arkası beyaz,pembe binalarla çevrilmiş.Bir evin bahçesinde şaha kalkmış bir at heykeli bana gülümsüyor.Aslında ben şaşkınlığımdan ötürü değişik bir yüz ifadesine bürünüyorum.Zavallı zeytinin hemen yanında spor aletleri duruyor.Belediyenin acaba yetişkinlere mi ,çocuklara mı armağan ettiği bu spor aletlerini ilk gördüğümde ,nereden çıktı bu modernleşme diye düşünürken,büyüyememiş ,çocuk kalmış yetişkinlerimize armağanı olduğunu anlıyorum.Gıcır gıcır bir sesle bu düşüncem netliğe kavuşuyor.Kendini sportmen sanan bir amca kollarını güçlendireceği aletin başında çözemediğim çevik haraketler yapıyor.Sırtı kaşınmış çaresiz bir kişinin sırtını kaşıttığı muhteşem bir makineye dönüşüyor alet.Sırtının kaşınan noktaları kaşındıkça mutlu olan amca,yaptığı görülmedik haraketleri hızlandırıyor,hızlandırdıkçada gıcır gıcır seslerle doyumsuz bir melodi kulağımıza nakşoluyor.Şanslımıyız?Şanssızmıyız? Şok olmuş ben herşeye rağmen pozitif olmaya çalışarak;bavulumu boşaltıyorum.Çok eşya getirmişim diye her seneki rutin cümlelerimi kurarak odama yerleşiyorum.Uzun bir temizlik sürecinden sonra kendimizi yemekle ödüllendiren biz;ön balkonumuza yemek masasını kuruyoruz.Midilli Adası tahmin ettiğim gibi görünmüyor,hem toprak yığınları,hem sıcak hava buna etken.Ani bir acıyla kendime geliyorum.Bu acı biber gibi yakıyor tenimi,hemen arkasından tatlı bir kaşıntıyla kendini gösteriyor.Bir bakıyorum kolumda sivrisinek.Ayağa kalkıyorum,kolumu yıkıyorum.Tam yeniden yemeğime konsantre olacakken ;acı yağmurunun ardı arkası kesilmiyor.Aman Allahım,hiçbirşey fayda etmiyor,sivrisinekler bizim gelmemizden son derece mutsuzlar.Tükenmeyen gruplarıyla bize savaş açıyorlar.Tenimizde sokmadıkları bir alan kalmıyor.Sıcağa rağmen salona geçiyoruz,üç dört kanallı televizyonumuzdan heberleri izlemeye çalışacakken;izleyeceğimiz yayın yabancı kanalların yayınlarıyla karışıyor.
Uyuyoruz.Sabahın ilk ışıklarıyla elimde bir havlu plaja koşuyorum.Deniz tüm bu olumsuzlukları siler düşüncesiyle dip akıntılarının biran durmadığı suya atlıyorum.Su sıcak geliyor,dip akıntısı yok.Sıcaklar denizi de etkilemiş,nasıl olsa bir iki güne kadar eskiye döner cümlesini mırıldanırken,gördüğüm ilginçliklerin sonu gelmiyor.Plajda adım atacak yer yok.Plajdamıyım,sokaktamıyım çözemiyorum.Belindeki lastik simiti olmasa,bir çay salonuna gidiyormuş görüntüsünde giyimli süslü teyzeleri denize girerlerken görüyorum.Beyleri ve çocukları plaj modundalar,ama hanımların sadece yüzlerini görebiliyorsunuz.Benekli taytları,muşamba etekleri,fosforlu göz alan eşortmanlarıyla garip bir modayla karşınıza çıkıyorlar.Gölgede uzun sakallı bir dede karşıma çıkıyor.Bu heybetli dede kıştan kalma siyah paltosundan bir türlü kopamamış,denize girdiğinde uzun sakalları birbirine dolanmış,kumlara suları süzülürken sakince büyük rahatlıkla sakallarını tarıyor.
Söz bulamıyorum söyleyecek.Dilim bir süreliğine kitleniyor.
Tüm bu sıkıntılar yetmiyormuş gibi yeşile düşman bir komşu dünürünün balkonunu göremediği için söğüt ağacının genç dallarını vahşice kesiyor.
Ruhumu yıllar öncesinde dinginleştiren derin sessizliği bulamıyorum.
Kaz Dağlarından esen oksijen dolu rüzgarlarımı düzensiz beton yığınları kesiyor.Nefes alamıyorum...
Meteor yağmurlarını izlememe fırsatı verilmiyor ki bana..Ben yıldızlar kaydığında dilekler tutatayım.Tam bir yıldızı yakalarken gözlerim; çaresizce vazgeçiyorum.Bu vazgeçişe sebep hep o anlamsız discoların son modası ışık oyunları.Nitelendiremediğim,keskin ,gökyüzünü taciz eden lazer ışığıyla geçici kör oldum hissine kapılıyorum.
Dolunayda mehtabın ışığı damları aydınlatmıyor,zeytin yapraklarının yanar döner hallerini göreceğime karşımzdaki evin bahçesindeki gülümseyen şaha kalmış atın heykelini görüyorum.Nerede damdaki yaramaz karakedi diyemeden,kolumdaki sivrisineği yakalamanın telaşına düşüyorum.
Midilli Adası’nın süliyetini görme çabalarım toprak yığınlarının engeliyle yok oluyor.
Denizin dip akıntılarından vazgeçtim,modern bir kumsalı görmeye hasret Altınoluk tatilimi hayal kırıklığı ile bitiriyorum..
MERVE UTANDI
ALTINOLUK-10 AĞUSTOS 2010
Fazla uzun sürmeyen sadece iki kısa molalı bir seyahatten sonra gölgelik zeytin ağaçlarının arasından beldeye giriş yapan arabamız hararetini Kaz dağlarının oksijeniyle söndürüverirdi şaşkın.
Ne İstanbul’un gürültüsünü,ne karmaşık trafiğini,ne is kokusunu,ne sokakta birikmiş çöp kokularını ,ne de anlamsız bir kalabalıkla sizi köşelere sıkıştıran insan bulutunu göremezdiniz.
Ruhunuz derin bir sessizliğin huzuruyla yenilenirdi.Ben en çok zeytin dallarının grimsi yeşilini,güneşte yanar döner bir hal alan tozlu yapraklarını izlemeyi severdim.Kaldığımız minik tek odalı çatı katının manzarasına gece doyum olmazdı.Terasın ortasındaki küçük mindersiz salıncağa uzanır,saatlerce meteor yağmutlarını seyreder,her yıldız kayışında da bir dilek tutardım.Bu dilekler o dönemler benim için son derece mühimdi.”Lütfen ilkokul ikinci sınıf zor olmasın,karnem hepsi pekiyi gelsin,matematik zor olmasın”gibi saf dileklerdi..
Bazı geceler evimizin önündeki tarihi taş evlerin damlarındaki irili ufaklı koyu turuncu kiremitleri en ufak detayına kadar gecenin karanlığında görme şansım olurdu.Çünkü mehtab dolunayken bir florasan etkisiyle her objeyi cömertçe aydınlatıverirdi.Bizde buna tanık olmaktan çok mutluyduk.Damda uyuyan kara kediyi görebilmek bile bir lükstü.
Yattığım sedirden yakamozları ışıl ışıl seyredalan ben,bazı geceler sırf bu ışık yoğunluğunu yakından izlemek amacıyla üşenmeden denize girerdim.Gündüzden belirlediğim ve göz hafızama yerleştirdiğim yosun kümelerine çarpmadan ustalıkla denizin kumlu bölgelerine ulaşırdım.Çok çok keyifliydi.
Engebeli paket taşlı sakin sokaklar asfaltın simsiyah yapışkanlığı ile tanışmamıştı.Terliğimde bir tek siyah iz yokken; zeytin yağı fabrikalarından gelen değişik bir kokuyla ciğerlerim dolu yürümeye alışmış bir halde ,soluğu ö dönemlerin tek dondurmacısı olan Neco abinin küçük dükkanı Vardar’da alırdık.Kimi zaman küçücük daire kağıt helvanın arasına karadutlu,limonlu toplar,bazende çıtır külahın hacminin de üstünde rengarenk lezzetleri deneme amacıyla dondurma toplarını abartarak koydurur afiyetle yerdim.
Altınoluk’un meydanında asırlık dev gövdeli çınar ağacının koruyucu gölgesine kurulmuş tuzsuz ay çekirdeği çıtlattığımız ufak çay bahçesinde içtiğim koruk suyunun ferahlatıcı etkisini unutamam.
Unutamam!
Tarih : Temmuz 2010
Kısa iki molalı araba seyahatimiz Altınoluk’a hoşgeldiniz yazısıyla son buluyor.”Çok şükür bu yaz da geldik” cümlesini kuramadan yoğun trafikle karşı karşıya geliyoruz.Sağ tarafta gözüme bir elinde çocuğunu tutmuş çantası yüklü bir annenin ,diğer elinde bir metal şemsiye sopasıyla sanki arabamızın camını kıracakmış gibi karşıdan karşıya geçmek için bekleyişi çarpıyor.Yüzünde bezgin,işe gitmekten bunalmış,rutin görevlerin yüküyle ezilmiş ,denize asla gitmek istemeyen ama gitmek zorunda olan sıkılmış bir ifade var.Üstünde durmuyorum gördüğüm karenin ,”belkide sıcaktandır bu acıklı hal” diyorum.Yanyana sırayla dizilmiş görmekten bıktığım marketler zinciri burada da karşıma çıkıyor.Bu küçücük beldenin ne ihtiyacı olabilir ki bu büyük marketlere diye bir an düşünürken ,önünde park yeri arayan ve bulamayan ,araba kuyruklarını görünce dehşete kapılıyorum.Alışkın olduğum,duymadığım zaman şaşırdığım korna seslerini kulağım burada da duyuyor.
Nihayet evimizin yolundayız diyorum,bir de bakıyorum ki kel bir alana yığılı öbek öbek toprak yığınları bizi karşılıyor.Turuncu bir toz bulutunun arasından evimize ulaşıyoruz.Büyük bir hayal kırıklığı ile sarsılıyorum.Zihnimden sorular geçiyor bir bir. “Biz denize nereden gideceğiz?”, “Bu yolları hergün nasıl aşacağız”, “bu yolda hergün acaba kaç defa kaza oluyordur?”,“Midilli Adasının romantik manzarasında yemek yerken gözlerimiz bu görüntü kirliliğini nasıl görmeyecek?”Sorulardan bir an için uzaklaşıp;kendimi arka balkonumuzun sakin manzarasına atıyorum birazcık avunabilmek adına.Odamın önündeki zavallı zeytin ağacım duruyor.Mandalina ağacı az sulanmasına rağmen meyve vermiş.Yapay bir beyazlıkla kendime geliyorum.Ağaçların arkası beyaz,pembe binalarla çevrilmiş.Bir evin bahçesinde şaha kalkmış bir at heykeli bana gülümsüyor.Aslında ben şaşkınlığımdan ötürü değişik bir yüz ifadesine bürünüyorum.Zavallı zeytinin hemen yanında spor aletleri duruyor.Belediyenin acaba yetişkinlere mi ,çocuklara mı armağan ettiği bu spor aletlerini ilk gördüğümde ,nereden çıktı bu modernleşme diye düşünürken,büyüyememiş ,çocuk kalmış yetişkinlerimize armağanı olduğunu anlıyorum.Gıcır gıcır bir sesle bu düşüncem netliğe kavuşuyor.Kendini sportmen sanan bir amca kollarını güçlendireceği aletin başında çözemediğim çevik haraketler yapıyor.Sırtı kaşınmış çaresiz bir kişinin sırtını kaşıttığı muhteşem bir makineye dönüşüyor alet.Sırtının kaşınan noktaları kaşındıkça mutlu olan amca,yaptığı görülmedik haraketleri hızlandırıyor,hızlandırdıkçada gıcır gıcır seslerle doyumsuz bir melodi kulağımıza nakşoluyor.Şanslımıyız?Şanssızmıyız? Şok olmuş ben herşeye rağmen pozitif olmaya çalışarak;bavulumu boşaltıyorum.Çok eşya getirmişim diye her seneki rutin cümlelerimi kurarak odama yerleşiyorum.Uzun bir temizlik sürecinden sonra kendimizi yemekle ödüllendiren biz;ön balkonumuza yemek masasını kuruyoruz.Midilli Adası tahmin ettiğim gibi görünmüyor,hem toprak yığınları,hem sıcak hava buna etken.Ani bir acıyla kendime geliyorum.Bu acı biber gibi yakıyor tenimi,hemen arkasından tatlı bir kaşıntıyla kendini gösteriyor.Bir bakıyorum kolumda sivrisinek.Ayağa kalkıyorum,kolumu yıkıyorum.Tam yeniden yemeğime konsantre olacakken ;acı yağmurunun ardı arkası kesilmiyor.Aman Allahım,hiçbirşey fayda etmiyor,sivrisinekler bizim gelmemizden son derece mutsuzlar.Tükenmeyen gruplarıyla bize savaş açıyorlar.Tenimizde sokmadıkları bir alan kalmıyor.Sıcağa rağmen salona geçiyoruz,üç dört kanallı televizyonumuzdan heberleri izlemeye çalışacakken;izleyeceğimiz yayın yabancı kanalların yayınlarıyla karışıyor.
Uyuyoruz.Sabahın ilk ışıklarıyla elimde bir havlu plaja koşuyorum.Deniz tüm bu olumsuzlukları siler düşüncesiyle dip akıntılarının biran durmadığı suya atlıyorum.Su sıcak geliyor,dip akıntısı yok.Sıcaklar denizi de etkilemiş,nasıl olsa bir iki güne kadar eskiye döner cümlesini mırıldanırken,gördüğüm ilginçliklerin sonu gelmiyor.Plajda adım atacak yer yok.Plajdamıyım,sokaktamıyım çözemiyorum.Belindeki lastik simiti olmasa,bir çay salonuna gidiyormuş görüntüsünde giyimli süslü teyzeleri denize girerlerken görüyorum.Beyleri ve çocukları plaj modundalar,ama hanımların sadece yüzlerini görebiliyorsunuz.Benekli taytları,muşamba etekleri,fosforlu göz alan eşortmanlarıyla garip bir modayla karşınıza çıkıyorlar.Gölgede uzun sakallı bir dede karşıma çıkıyor.Bu heybetli dede kıştan kalma siyah paltosundan bir türlü kopamamış,denize girdiğinde uzun sakalları birbirine dolanmış,kumlara suları süzülürken sakince büyük rahatlıkla sakallarını tarıyor.
Söz bulamıyorum söyleyecek.Dilim bir süreliğine kitleniyor.
Tüm bu sıkıntılar yetmiyormuş gibi yeşile düşman bir komşu dünürünün balkonunu göremediği için söğüt ağacının genç dallarını vahşice kesiyor.
Ruhumu yıllar öncesinde dinginleştiren derin sessizliği bulamıyorum.
Kaz Dağlarından esen oksijen dolu rüzgarlarımı düzensiz beton yığınları kesiyor.Nefes alamıyorum...
Meteor yağmurlarını izlememe fırsatı verilmiyor ki bana..Ben yıldızlar kaydığında dilekler tutatayım.Tam bir yıldızı yakalarken gözlerim; çaresizce vazgeçiyorum.Bu vazgeçişe sebep hep o anlamsız discoların son modası ışık oyunları.Nitelendiremediğim,keskin ,gökyüzünü taciz eden lazer ışığıyla geçici kör oldum hissine kapılıyorum.
Dolunayda mehtabın ışığı damları aydınlatmıyor,zeytin yapraklarının yanar döner hallerini göreceğime karşımzdaki evin bahçesindeki gülümseyen şaha kalmış atın heykelini görüyorum.Nerede damdaki yaramaz karakedi diyemeden,kolumdaki sivrisineği yakalamanın telaşına düşüyorum.
Midilli Adası’nın süliyetini görme çabalarım toprak yığınlarının engeliyle yok oluyor.
Denizin dip akıntılarından vazgeçtim,modern bir kumsalı görmeye hasret Altınoluk tatilimi hayal kırıklığı ile bitiriyorum..
MERVE UTANDI
ALTINOLUK-10 AĞUSTOS 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder