19 Eylül 2010 Pazar

HÜSEYNİ'DEN HİCAZKAR'A GEÇİŞ




Uzun bir aradan sonra her zaman keyif dolu muhabbetlerin yağmurunda vaktin hızla geçişini anlamadan saatlerce dertleştikleri,çeşitli lezzetteki karışımlı bitki çaylarını,aromalı kahvelerini rahat koltuklarında yudumladıkları mekandaydılar.

Çevredeki insanların güneşten saklı solgun yüzleri onlara soğuk kış akşamüstülerini hatırlatırken; yazın nemli havasını soluduklarını biran için sohbetin koyulaşmasıyla unuttular bile..

Deneyecekleri içecek portakal aromalı kahveydi bu kez..Siparişin ardından,göz göze geldiler ve büyük dostun söz küçüğün dermişcesine ;ufak bir göz kırpma hareketinden sonra sözü yaşça küçük olan dost aldı.Özlemişlerdi birbirlerini anlatılacak çok şey vardı..Portakal aromasının büyülü kokusuyla başladı küçük dost dilindekileri bir bir döküverdi cümlelere...

Umutsuzdu,kırgındı bu aralar..
Ruh halini ifade etmekte zorlanıyordu besbelli..İfade güçlüğünün hakim olduğu yerlerde heyecan,sabırsızlık,sevgi kavramları devreye giriyor bir yardımcı gibi rahatlatıyordu onu.

Sanki duyguları bir buluttu, zaman zaman yağmur olarak düşmeden rüzgarla dağılan...Belki de esrarengiz bir adımdı sağa sola bakmadan kafasının dikinde gidip; yolları hızla yürüyen..

Duygularının hiçbir zaman koruyucu bir gölgesinin olmadığını düşünerek ürperdi..Tam “gölge beni takip ediyor,yaşasın”sevinç çığlıklarıyla hayatına devam edecekken; serap gördüğünü zannedendi hep..

Bu hislerin etkisinde kalmadan kendini toparladı ve başladı çok sevdiği dostuna olanları anlatmaya.
Sevgili dost:
“Bekle,zamana bırak ve gör bakalım”dedi.Güzel yorumlar getirdi süslü bir hevesle anlatılan çocuksu cümlelere...

Küçük dost önce “peki” dedi ve hemen ekledi, “Sizce ne düşünüyordur? Ne yapmak istemiştir? Neden bu tutum içerisindedir?” soru yağmuruyla nefes aldırmadan dostuna tüm samimiyetiyle danıştı..

Çaresiz değildi ki küçük dost!Belki hayal kurması da suç değildi..Sıcak sözler sarfedilmişti,güven dolu bakışlarda birleşmemiş miydi ikisininde sevgi dolu gözleri?Büyük dostun sade öğüdünde söylediği gibi yalnızca beklemek ve sabretmekte mi gizliydi çözüm?

Şimdi de anlamsız ,gülümser bir ifade vardı yüzünde..

Derin derin nefes aldı,dostunun altın niteliğindeki sözlerini düşündü.

Ne bir gölge vardı kendisini takip eden,ne bir ses vardı sımsıcak,yüreğini okşayan,ne bir merak vardı ilgiyi yansıtan,ne bir sevgi belirtisi vardı onu heyecan fırtınasına salan.

Günler acımasızca bitiyor,her takvim yaprağının koparılış anı içine derin bir hüzün gibi çöküyordu...Huysuz güneşli günler,kah ayın hilal olduğu kah manzarasını izlemeye doyamadığınız dolunaylı serin İstanbul gecelerinde gözyaşıyla sonlanıyordu.Zaman isteseler de istemeseler de onlara nispet yaparak geçiyordu.

Ses yoktu...Aşkı müjdeleyen ,buram buram sevgi kokan , dağ gibi güçlü,umutlu makam Hüseyni yerini hayal kırıklığıyla inleyen,çaresiz,bekleyişin hüznüyle kavrulmuş hicazkara devrediyordu..Her günün başlangıcı bir umuttu,çaresizlik kolyesini kolay kolay takamıyordu küçük dost..

Büyük dost ;o gün kendisiyle ilgili pek bir şey anlatamadı küçük dostuna..Portakal aromalı kahvenin şekerli tadı etkisini kaybetmeden oradan sessizce ayrıldılar..

20.09.2010
Merve UTANDI-GÖZTEPE/İSTANBUL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder