Uzun zamandır yazı yazmıyorum,hatta yazamıyorum..
Silkelenmenin,zıplamanın,kendine gelmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor bile düşüncesindeyim.Blog takipçilerinden,internetten,dostlardan,arkadaşlardan ve kendimden özür diliyorum..
Zihnimden düşünceler bir sağa sola savrulurken;elim kaleme sarılamadı aylardır..Bir boş kağıt aldım elime;kalemim bana sadece karalama işlemini yaptırttı,yırttım kağıdı.Duyarlı,çevredostu bir insan edasıyla geri dönüşüm kutusuna yolladım top şeklindeki biçimsiz o kağıdı.Oysa o kağıtta küçümsenemeyecek duygular gizliydi.Belki de beynimdekiler şekillerle dökülmek niyetindeydiler bir süreliğne..
Çok sıkmadım içimi ,nasıl olsa yazacaktım geç de olsa ,cümleler birbirinden kopuk da olsa, okunduğunda başkaları tarafından anlam ifade etmese de ben yüreğimin ferahlaması adına bir şekilde bir gün yazmaya başlayacaktım yeniden.
Ve yazıyorum işte...
Harfleri,kelimeleri saymadan,paragraflara,imla hatalarına bakmadan,özgürce denize açılmış bir yelkenlinin rüzgarla yaptığı ciddi mücedelede olduğu gibi bilgisayar karşısında klavyenin tuşlarına bazı anlarda nazikçe kelebek gibi dokunuyorum, bazen de sert ve hırçın hareketler içinde aktarıyorum bilgisayar ekranına bu satırları...
Konserlerimin yoğunluğu,provalar,öğretmenlik,gösteri telaşı derken mevsimlerin kendine has güzelliklerini hissedemeden sonbaharı,kışı,ilkbaharı geri de bırakıp sıcak yaz aylarının ikincisinin ortalarında güneşle boğuşurken; bir bardak soğuk suyun arkadaşlığıyla yazıyorum yazımı..
Bir yanda bahçenin yeşilliğine takılıveriyor gözlerim,zeytin ağaçlarının gölgesinde otururken; kırlangıç korosunun slow müziği eşliğinde,hayaller alemine dalacakken;Ağustos böceklerinin detone vokallerini duymamaya çalışıyorum.
Karıncalar balkonu sürekli süpüren temizlik hastası olan bana rağmen arada bir beyaz fayans taşlarda bana nispet yaparcasına küstahça defile yapmaktan çekinmiyorlar..Tamam ,ben onları süpürüyorum ama haksız da değilim yani..Çok mu çalışkanlar sanki,benim evimdeki kırıntıları,gıdaları silip süpürmeyi,hatta çalmayı sizce hakediyorlar mı?Bana sormadan,izin almadan, ukalaca şeker kavanozuna girebiliyorlar..Bir kavanoz reçelimi ziyan edebiliyorlar,ufacık bedenlerine bakmadan çevrede ne varsa büyük bir aç gözlülükle yuvalarına taşıyabiliyorlar.Hem yiyecekler ziyan oluyor,hem de olur olmaz zamanlarda eyleme geçişleri bana çok bencilce geliyor.Kim ne düşünürse düşünsün,ben bir sanatçı olarak hep dışlanan ,eleştirilen, vokalist böceklerin,kuşların,detone ağustos böceklerinin yanındayım.
En azından elinizle kışt kışt yaptığınızda sizi sömürmeden,hemencecik onurlu bir şekilde yollarına devam edebiliyorlar.Bu davranışları karşısında zaten ekmeğinizi gönül rahatlığıyla paylaşabiliyorsunuz.Kırıntıları ve yiyecek parçalarını ; siz onlara izin verdiğiniz sürede toplayıp göçüyorlar istedikleri mekana,şehre..Enerjik,neşe saçarak,pozitif,gerektiğinde de ciddi kanat çırpışlarıyla..Onlarda yaşam mücadelerini sürdürebilmek adına bir şekilde karınlarını doyurabiliyorlar.Obur değiller.
Meğer ne kadar bunaltmış beni karıncalar..Haydi karıncalar şimdi de bilgisayarıma musallat olun ve ekranımda küçük bir gezinti yaparak sizlere ayırdığım koca paragrafı okuyun bakalım...
Evet,şimdi mekan değiştiriyorum dev şemsiyenin gölgesi altındayım bu kez gözlerimde beliriveren manzara denizin mavisi.On dakika önce gördüğüm tatlımsı mavilik,zaman zaman siyaha özenen mavinin büyükannesi olan laciverte dönüşebiliyor.Yarım saat sonra ise üşenmeden farklı tondaki mavi kostümünü giyebiliyor. O bazen çok sakin suların çağladığı mavi deniz;kimi zaman kumlarla,yosunlarla kavga ediyor...Ben çoğu zaman maviliklerde kaybolmak istiyorum...Üşüme kaygısı taşımadan sayısız kulaçlar atıyorum,tuzlu suların gözlerimi yakmasına aldırmadan,dalıyorum Mavidüşlere...Biran geliyor ben ufuk çizgisinde sıcağın etkisiyle bir serap görüyorum, bir kano bana doğru hızla geliyor,üzerindeki siluet belli belirsiz bana el sallıyor,hatta sesleniyor “Merve heyo,bak ben geldim!” diye…Bir cam şişeye rastlıyorum sonra..İçinde küçük birkağıt..Mektuptur diye açıyorum,kısa bir bestenin notalarıyla karşılaşıyorum..Gülümsüyorum..Sadece mutlu oluyorum..Mavidüşler ferahlatıyor bedenimi,deniz altında el sallıyorum balıklara,kestanelere,istiridyelere...Şarkı söylüyorum,tekrar derin bir nefes almak için sudan çıkardığımda başımı; bir bakıyorum alaycı martı sesleriyle gün batıyor..
Elime üç tane taş alıyorum,batıl olduğunu bile bile dağın arkasında saklambaç oynayan güneşi kendimce uğurluyorum...Aldığım üç taşı mavidüşlerin bir uzantısı olan dileklerimle birleştirip; uzaklara fırlatıyorum...O da yetmiyor bana..Göz hafızama yerleştirip bu fırlattığım üç taşı tekrar sudan çıkartıyor; bir çocuk gibi "kaç defa kaydırabilirim acaba?"sorusuyla hırs yapıp ,denizde sekmesine tanıklık ediyorum...
Alkışlayan yok,"aferin sana, ne güzel kaydırdın" diyen yok,taş kaymadığında "olmadı yapamadın" diyen yok...İrili ufaklı tüm taşlar o an benim oyuncaklarım...Canım isterse defalarca oynayabilirim bu oyunu...
Akşam oluyor,balkondayım.Sokak kalabalık.Evin önünden otoban geçiyor.Arabaların klaksonlarının,vidanjörlerin,motorsikletlerin,traktörlerin,kamyonların,tırların,minübüslerin gürültüsünden kendi sesinizi bile duymanız mümkün değil...Sonra tam başımı siyah gökyüzüne kaldırıyorum.Meteor yağmurlarını izleyecekken;irkiliyorum.Sanki bir hırsızla karanlıkta burun buruna gelmişim hissine kapılıyorum.Gözlerimin içinde rahatsız edici bir parıltı.Keskin bir ışık.Tüm balkonu baştan sona tarıyor,tüm gece aralıksız bu ışık oyunu baş döndürücü etkisiyle bizi aydınlatıyor.Mutlu muyuz?Tabiki hayır.Karşıdaki Cafe'nin bu yıl hizmetimize sunduğu demode,zararlı lazer ışığının tacizinden kim memnun olur ki!
Herşeye rağmen hafif ,şeker tadındaki ,ılık bir rüzgarın kendini hissettirmesiyle;kurutmadığım uzun siyah saçlarımı salı veriyorum rüzgarın kollarına...
Ve Yaz mevsimine merhaba diyorum...
MERVE UTANDI- 16 Temmuz 2011-Altınoluk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder