23 Eylül 2009 Çarşamba

Özlüyorum..

Hepimiz günlük koşturmacalı yaşantımızın bir anında ister istemez içinde bulunduğumuz zamanı geçmişle kıyaslama olayına gireriz. Mutluluğumuzda, mutsuzluğumuzda belleğimizde bir fotoğraf albümü gibi arşivlenmiştir.Bazı kareler sararmıştır,bazılarının üzerinde koca bir sis bulutu oturmuştur.Bazıları ise ilk günkü yaşanmışlığının canlı renkleriyle hatırımızdadır.Ben daha çok beni mutlu eden,canlı renklerini koruyan kareleri özledim bu aralar.Kızıltoprakta’ ki doğduğum kırksekiz taksim dört nolu (48/4) Kat Apartmanın’da kızarmış ekmeğin boğaz yakıcı burnumda yer etmiş keskin kokusuyla uyanmayı,camın kenarındaki yatağımdan kalkarak perdeyi araladığımda üst komşumuzun canice aniden bir sabah kesiverdiği sulu meyva veren bodur şeftali ağacını görmeyi,geceleri ise balkonumuza yansıyan Fenerbahçe Feneri’nin göz kırpan ışığını taklit etmeyi,babam askerdeyken masum bir farenin; fareden çok korkan annem tarafından kapana kıstırılmasına tanık olduğum o komik unutulmaz geceyi, öğretmen olan halamın Kütahya’dan gelip ; elinde benim için aldığı bir torba hediyelik eşya ile kapıda durup sürpriz yapmasını,onu çimdiklemelerimi,o gitmeden mutlaka bir eşyasını saklamalarımı,yine onun yatıya kaldığı gecelerde sağır odun sobamızın ısıtmadığı salona kurulan yer yatağında oynadığımız oyunları,bitmeyen uzun gece sohbetlerimizi,bana aldığı ayakkabı şeklindeki “ayakkabımı nasıl doğru bağlarım”adlı kitabı defalarca okumama rağmen fiyonk yapamayışımı ve kırmızı elbiseli süslü miss pigy bebeğimi,beş yaşına kadar zevkle emdiğim tiryakisi olup bırakmakta zorlandığım benim tabirimle “beyaz meme”dediğim emziğimi,hayatında ağzına meyve koymamışlığıyla dikkatimi çeken komşumuz Habibe teyze’nin sesini,Vikingler çizgi filminin neşeli şarkısını,İlkokul öğretmenimin usanmadan verdiği bitmeyen uzun özetleri,matematik problemlerini, badana yaptırdığımızın ertesi sabahı duvarları dalmaçyalı köpeğin desenine çeviren tüten sobamızın is kokusunu ve mandalina yedikten sonra soyduğum kabuklarını sobanın kızgın sıcağına koyarak eve yayılan nefis mandalina kokusunu,kuzenlerimle oynadığım evcilik oyunlarını,dergilerin tüm sayfalarındaki resimlerden işaret parmağımızı koyarak seçtiğimiz “bu resimdeki benim” derkenki heyecanlı seslerimizi,barbielerimize bir stilist ciddiyetiyle saatlerce odaya hapsolarak diktiğimiz elbiseleri,bayramlarda Antakya’ya gitmelerimizi,yediğim acılı kebapları,et yemeyen kuzenlerime inat, ben et ve çiğ köfte yiyorum diye büyükbabamın yüzündeki sevinç ifadesini ve benimle bu sebepten ötürü gurur duyuşunu,onların evinde kuzenimle gazete çıkarma projelerimizi,büyükbabamın bir kimyager gibi mutfakta baharatlarla oynarak yaptığı hayatımda yediğim en lezzetli çiğ köfteleri, babaannemin güzel dileklerini,dualarını, “canım babaannem”diye bana hitap edişini, “sarı kurdelem”adlı türküyü kendince yorumlayışını,kağıt bebek kitaplarımı, walt disney ansiklopedilerimi,diğer müzisyen dedemle şakalaşmalarımızı,apartmanımıza yavrulayan kedi yavrularının babaları tarafından katledilişinin verdiği acıyı,babamın “Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey” dizeleriyle tanburuyla yaptığı solo provalarının odama yansıyan huzur dolu seslerini, Fenerbahçe’den kiraladığımız akşama kadar üzerinden inmediğimiz,o zamanlar yüzme bilmeyen benim cesaretle üstünden denize atladığım beyaz kayığı,Kadiköy’de bir okulun oyun bahçesine bakmak için demir parmaklıklar arasına soktuğum kafamı bir türlü çıkaramayışımda duyduğum acıyı,her haftasonu babamın elinden tutarak beni götürdüğü kırtasiyede resim defteri ve sulu boya satın alışlarımızı,kar yağdığında pencerelerimizden sarkan buz kütlelerini,karlı bir günün sabahında gözlerimi açtığımda çay tepsisinden bana gülümseyen minyatür kar adamın babam tarafından özenle yapılışını, annemin işe gitmeye hazırlanırken yaptığı uzun süren makyajlarını,geceleri özel metal bigudilerle sardığı saçlarının komik görüntüsünü,yine radyo dinleme aşığı annemin dinlediği radyo programında yer alan reklamların müziğini,ezberlediğim banka reklamlarının sözlerini,Trt’de her hafta merakla izlediğim “Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi”adlı çocuk programının o yaşta beni duygulandıran melodisini,oynamaya kıyamadığım annemlerin ilk karne hediyesi olan barbiemin kuaför salonunu,Antakya’dan babaannemlerin yolladığı geleneksel yemeklerle dolu olan ve paket bağlarını dedemin yaptığı koliyi bir an önce heyecanla açmayı, okuldan eve geldiğimde sokak kapısının başından burnuma tüten büyük sürpriz mantı yemeğinin kokusunu çok özlüyorum.Diş hekimi,müzisyen Haki amca’mın sigara yaldızından yaptığı üç boyutlu parlak kurbağı,tombul kollarımı onun deyimiyle ısırıp yuvarlak bahçe yaptığı günleri,eşi İlknur Teyzem'in bana "kiçek"diye hitap etmesini,annem ve babamla gittiğimiz sıkılmadan zevkle dinlediğim musiki toplantılarının olduğu geceleri,Mithat amcam’ın bu gecelerde okuduğu şiirleri,anlattığı şiveli fıkraları,Cumartesi sabahları erkenden uyanıp bir heves gittiğim klasik koronun Atatürk Kültür Merkezin’deki konser provalarını,annemin ve babamın,iş arkadaşlarıyla oturduğum yerden bana bakarak okudukları şarkıları sanki benim için söylüyorlar düşüncesiyle dinlediğim saf çocukluğumu,her Pazar özveriyle gittiğim Prof.Dr.Nevzat Atlığ yönetimindeki Devlet Klasik Türk Müziği korosunun konserlerini izlemeyi,sahneden annemin ve babamın seyirciler içinde oturan masum çocukları “beni” bakışlarıyla güldürmelerini,gözlerimi kapatarak bir an için büyüdüğümü kendimi o koronun bir üyesi olarak koronun sanatçılarından çok sevdiğim Hülya Teyze’nin yanında hayal ettiğim zamanları,büyüyünce ne olmak istediğimin cevabını verdiğim o yılları, müzisyen olmak için yaptığım çalışmaların yoğun tempolu günlerini çok özlüyorum.

MERVE UTANDI Eylül-2009


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder