Ben İstanbul’da doğdum..
Kızıltoprak’ta patates,soğan satıcılarının anonslarıyla güne uyandım.
Mis gibi ılık bir bahar öğleninde kalın kaymaklı yoğurt satan sokak yoğurtçusunun “taze yoğurt” sesiyle pencereden yarı belime kadar sarkmamam gerekir düşüncesine aldırmadan çocuk benliğimin anlık özgürlüğüyle sarktım...
Sarımsak çiçeğini keşfettim bir ot yoğunluğunun arasından Kadiköy Yeldeğirmenin’de bir çocuk parkında...
Fenerbahçe’de papatyalardan irili ufaklı demetler yaptım,bir kez olsun taç yapıp saçlarıma takamadım ama olsun...
Salıncaklardan gökyüzüne doğru uçtum çoğu kez ağaç dallarını yakalarım umuduyla Kalamış’ta...
Dilimde hep nakaratı İstanbul’la işlenmiş şarkılar vardı, kimi zaman Nihavend, kimi zaman Hicaz makamında...
Hurdacıların gizemli sesinden,vapurun huzur veren keskin düdüğüne kulak kabarttım sisli havalarda...Nayloncu bile bozamadı bu ahengi..
Uykumun en tatlı anında Haydarpaşa’dan kalkan trenin düdüğü ninnimdi...
Ben İstanbul’da büyüdüm...
Manzaram hep deniz oldu, an an değişti siması denizin, şekilden şekile girdi bazen hırçın dalgalara inat, bazen de tuzlu suyunu içesim gelirdi dibindeki taşları ve balıkları sayarken...
Zaman zaman denizi çığlık atan martılar süslerdi, bazen de ufuk çizgisine yakın Topkapı Sarayı’nın önüne demir atmış bir balıkçı motorunun sülietini çözmeye çalışırdı gözlerim...
Ben balıkları İstanbul’da tanıdım...
Palamut’un, lüferin ,kalkanın ayrımını yapardım...Lakerda,çiroz,tuzlu sardalyaydı yemeğim...
Küçük ellerim ufalardı ekmekleri; atıverirdi suya...Emek parçacıklarına üşüşen balıkları beslerdim; doyuversinler,büyüsünler bir an önce diye düşünerek aslında o beslediğim balıkları yediğimi bilmemenin saflığıyla...
İstiridyelerin,unufak olmuş çakıl taşlarının çıtırtılarıyla kova kürek oynadım...Burnumda hangi semtine gitsem hep iyotlu İstanbul’un yosun kokusunu soludum..
Sandalla gezindim, kürek çekemedim ama çıpanın sivri ucu derinliklerden bir kayaya saplanırken sağa sola savrulup,dengemi kaybettim,içimin çekildiğini hala unutamam...
Ben İstanbul’da dolaştım,paket taşlı Soğuk Çeşme Sokağın’da turist kılığında fotoğraf çektirdim.
Erik ağacının polenleri etrafı bembeyaz tozbulutuna çeviriken,hiç aksırmadım..Sabırla bekledim elimde bir parça tuzumla, meyve veren dallarından erik aşırmayı...
Uçurtmam hiç olmadı ama haftasonları Çamlıca Tepesin’den seyre daldım yaşıtlarımın özenle uçurdukları uçurtmaları!
“Aman uçaklara çarpmasınlar” endişesini yüreğimde taşıyarak ; heyecanla,elimde sıkıca tuttuğum pembe rengarenk tavşan balonumla...
Elimde susamları dökülen çıtır simidimle Beşiktaş’ta vapur beklerken,hayalimde Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinde yaldızlı kaftanımla dolanırdım...
Fonda eksik olmazdı musikinin büyülü sesi,tanburun ,kanunun ve kemençenin soru cevap şeklindeki taksimleri..
Üsküdar’ın güneşi beni de yakardı,Kız Kulesi’nin hüzünlü hikayesinin sonunu bile bile anlattırırdım,bir de Galata Kulesi var diye de övünerek...
Büyükada’da faytonla gezinirken, elimdeki notalarımı bir bir rüzgara savururdum.Tasalanmadan Heybeliada’dan nasıl olsa toplardım,olmadı Kınalıada’da arardım....
Telaşlı günlerin sonunda Maçka’dan yola koyulur, kendimi Bebek’te en küçük kese kağıdının yarısı kadarki badem ezmesini tadarken bulurdum...
Kanlıca’da pudra şekerli yoğurdun genzimi yakarken ki tatlımsı lezzetiyle bir bebek misali sakinleşirken, tarçınlı sahlebi mi yoksa akşam sobanın sıcağında leblebileriyle içilmeye hazır beni bekleyen Vefa’nın bozasını mı daha çok sevdiğimi kendime sorardım.
Ben İstanbul’da Körfez’in serin sularında yüzerken,minyatürleri süsleyen tarihi kavak ağaçlarıyla konuşur, üstünde şakıyan kuşlara el sallardım.
O zamanlar “Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin, geçmişteki günlerden biri durmakta derinde” eserini mırıldanırken belkide bilinçsizce derinlere bakardım..Bu gizemli dizelerin anlamını çoktan çözmüş Yahya Kemal’i tanımamanın ezikliğini henüz hissedemeden, Çengelköy’lü annemin defalarca göstermekten usanmadığı Kırmızı köşke başımı çevirir,onun yaş dolu, gözlerine dalıp, çocukluğunu yakalamaya çalışırdım..
Ben İstanbul’da doğdum,büyüdüm,İstanbul’da yaşıyorum...
İstanbul “Eski İstanbul değil” diyenlere, “nerede o canım şehir?” diyenlere de üzüntüyle hak veriyorum..Şanslıyım diyorum! Bu düşüncem bencilce de olsa
ucundan kıyısından yakaladığım,gözlerimi ilk orada açtığım,hayat bulduğum kenti Eski İstanbulu’mu ben de arıyor ,özlüyorum..Ben İstanbullu’yum...
MERVE UTANDI-22.02.2010
Kızıltoprak’ta patates,soğan satıcılarının anonslarıyla güne uyandım.
Mis gibi ılık bir bahar öğleninde kalın kaymaklı yoğurt satan sokak yoğurtçusunun “taze yoğurt” sesiyle pencereden yarı belime kadar sarkmamam gerekir düşüncesine aldırmadan çocuk benliğimin anlık özgürlüğüyle sarktım...
Sarımsak çiçeğini keşfettim bir ot yoğunluğunun arasından Kadiköy Yeldeğirmenin’de bir çocuk parkında...
Fenerbahçe’de papatyalardan irili ufaklı demetler yaptım,bir kez olsun taç yapıp saçlarıma takamadım ama olsun...
Salıncaklardan gökyüzüne doğru uçtum çoğu kez ağaç dallarını yakalarım umuduyla Kalamış’ta...
Dilimde hep nakaratı İstanbul’la işlenmiş şarkılar vardı, kimi zaman Nihavend, kimi zaman Hicaz makamında...
Hurdacıların gizemli sesinden,vapurun huzur veren keskin düdüğüne kulak kabarttım sisli havalarda...Nayloncu bile bozamadı bu ahengi..
Uykumun en tatlı anında Haydarpaşa’dan kalkan trenin düdüğü ninnimdi...
Ben İstanbul’da büyüdüm...
Manzaram hep deniz oldu, an an değişti siması denizin, şekilden şekile girdi bazen hırçın dalgalara inat, bazen de tuzlu suyunu içesim gelirdi dibindeki taşları ve balıkları sayarken...
Zaman zaman denizi çığlık atan martılar süslerdi, bazen de ufuk çizgisine yakın Topkapı Sarayı’nın önüne demir atmış bir balıkçı motorunun sülietini çözmeye çalışırdı gözlerim...
Ben balıkları İstanbul’da tanıdım...
Palamut’un, lüferin ,kalkanın ayrımını yapardım...Lakerda,çiroz,tuzlu sardalyaydı yemeğim...
Küçük ellerim ufalardı ekmekleri; atıverirdi suya...Emek parçacıklarına üşüşen balıkları beslerdim; doyuversinler,büyüsünler bir an önce diye düşünerek aslında o beslediğim balıkları yediğimi bilmemenin saflığıyla...
İstiridyelerin,unufak olmuş çakıl taşlarının çıtırtılarıyla kova kürek oynadım...Burnumda hangi semtine gitsem hep iyotlu İstanbul’un yosun kokusunu soludum..
Sandalla gezindim, kürek çekemedim ama çıpanın sivri ucu derinliklerden bir kayaya saplanırken sağa sola savrulup,dengemi kaybettim,içimin çekildiğini hala unutamam...
Ben İstanbul’da dolaştım,paket taşlı Soğuk Çeşme Sokağın’da turist kılığında fotoğraf çektirdim.
Erik ağacının polenleri etrafı bembeyaz tozbulutuna çeviriken,hiç aksırmadım..Sabırla bekledim elimde bir parça tuzumla, meyve veren dallarından erik aşırmayı...
Uçurtmam hiç olmadı ama haftasonları Çamlıca Tepesin’den seyre daldım yaşıtlarımın özenle uçurdukları uçurtmaları!
“Aman uçaklara çarpmasınlar” endişesini yüreğimde taşıyarak ; heyecanla,elimde sıkıca tuttuğum pembe rengarenk tavşan balonumla...
Elimde susamları dökülen çıtır simidimle Beşiktaş’ta vapur beklerken,hayalimde Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinde yaldızlı kaftanımla dolanırdım...
Fonda eksik olmazdı musikinin büyülü sesi,tanburun ,kanunun ve kemençenin soru cevap şeklindeki taksimleri..
Üsküdar’ın güneşi beni de yakardı,Kız Kulesi’nin hüzünlü hikayesinin sonunu bile bile anlattırırdım,bir de Galata Kulesi var diye de övünerek...
Büyükada’da faytonla gezinirken, elimdeki notalarımı bir bir rüzgara savururdum.Tasalanmadan Heybeliada’dan nasıl olsa toplardım,olmadı Kınalıada’da arardım....
Telaşlı günlerin sonunda Maçka’dan yola koyulur, kendimi Bebek’te en küçük kese kağıdının yarısı kadarki badem ezmesini tadarken bulurdum...
Kanlıca’da pudra şekerli yoğurdun genzimi yakarken ki tatlımsı lezzetiyle bir bebek misali sakinleşirken, tarçınlı sahlebi mi yoksa akşam sobanın sıcağında leblebileriyle içilmeye hazır beni bekleyen Vefa’nın bozasını mı daha çok sevdiğimi kendime sorardım.
Ben İstanbul’da Körfez’in serin sularında yüzerken,minyatürleri süsleyen tarihi kavak ağaçlarıyla konuşur, üstünde şakıyan kuşlara el sallardım.
O zamanlar “Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin, geçmişteki günlerden biri durmakta derinde” eserini mırıldanırken belkide bilinçsizce derinlere bakardım..Bu gizemli dizelerin anlamını çoktan çözmüş Yahya Kemal’i tanımamanın ezikliğini henüz hissedemeden, Çengelköy’lü annemin defalarca göstermekten usanmadığı Kırmızı köşke başımı çevirir,onun yaş dolu, gözlerine dalıp, çocukluğunu yakalamaya çalışırdım..
Ben İstanbul’da doğdum,büyüdüm,İstanbul’da yaşıyorum...
İstanbul “Eski İstanbul değil” diyenlere, “nerede o canım şehir?” diyenlere de üzüntüyle hak veriyorum..Şanslıyım diyorum! Bu düşüncem bencilce de olsa
ucundan kıyısından yakaladığım,gözlerimi ilk orada açtığım,hayat bulduğum kenti Eski İstanbulu’mu ben de arıyor ,özlüyorum..Ben İstanbullu’yum...
MERVE UTANDI-22.02.2010
süperrr ötesi!!!!.. Mervecim, daha ne denebilirki...beynine, yüreğine sağlık!!!!...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Şebnem Ablacığım!!
YanıtlaSil